31 Aralık 2016 Cumartesi

AKP VE ERDOĞAN ULEMA GEMİSİNE BİNDİLER.SÖZDE AB VE ABD'Yİ İSLAM YAPACAKLARDI.BÜYÜK ÇÖKÜŞ!.. (PHA-Hüseyin Hakkı KAHVECİ-Özel)

AKP VE ERDOĞAN ULEMA GEMİSİNE BİNDİLER.SÖZDE AB VE ABD'Yİ İSLAM YAPACAKLARDI.BÜYÜK ÇÖKÜŞ!.. 

(PHA-Hüseyin Hakkı KAHVECİ-Özel)
Erdoğan ; İngiliz ajanlığı ile irtibatlandırılan Şeyh Nazim Kibrisi ile iyi ilişkilere sahipti.Ve birçok zaman gözlerden uzak istişare ediyorlardı.Ulema gemisine binen Erdoğan ülkeyi batağa sapladı.
Nakşibendi tarikatı lideri olan ve birçok ülkede müritleri bulunan Şeyh Nazım Kıbrısi 92 yaşında hayatını kaybetti. Türk siyasetçilerle hep yakın ilişki kuran Şeyh Nazım Kıbrısi hastaneye kaldırıldığında Başbakan Erdoğan da arayarak bilgi almıştı...
Yapmış olduğumuz İstihbari çalışma neticesinde bugün yaşananların temelinde kısaca AKP ve Erdoğan politkalarının temelinde Nazim Kibrisi denilen kişinin ezoterik denilebilecek bazı bilgileri yer alıyor.
Erdoğan ve AKP politikalarını bunun üzerine kurdular.
Öyle ki ! AB ve ABD ' de fecaat arz edecek mağlubiyetler sonrasında aklımıza Mültecileri silah gibi kullanan Erdoğan geldi.
Tabi bu strateji TARIK BİN ZİYAD stratejisiydi.
Bu strateji Emevilerin Orta Asya bozkırlarında 70 yılda 100 bin Türk erkeğini katlederek binlerce Türk kadının cariye binlerce çocuğu köle yaptıkları stratejiyi aklına getiriyor.Buradan sonrasında Türkler müslüman oldular.Aslında kadınlarına tecavüz edildi.Erkekleri öldürüldü.Bunun adına bize müslüman oldunuz dediler.
Aynı strateji bugünde devam ediyor.
Şarlatan bir İngiliz Ajanı mı, yoksa gerçek bir Şeyh mi? Kim bu Nazım Kıbrısi?
İngiliz İstihbaratı, tarikat şeyhi kılığına soktuğu bir mensubunu içimize sızdırmış olabilir mi?
İngiliz istihbaratının yetenekleri dünyaca meşhurdur. Öyle ki Arabistan yarımadasının Osmanlı egemenliğinden koparılmasında İngiliz Casusu Thomas Edward LAWRENCE öncülüğünde İngiliz İstihbaratı en büyük rolu oynadı ve etnik milliyetçiliği kullanarak Arap vatandaşlarını Osmanlı' ya karşı ayaklandırmayı başardı. (Şimdi hangi vatandaşlarımızı ayaklandırma gayreti içerisinde oldukları hepimizin malumu.)
İngiliz İstihbaratının, Türk-İslam Dünyasının içerisine sızmak, vatandaşlarımızın beyinlerine, dini duygularına nüfuz etmek ve bu suretle kendi çıkarları doğrultusunda kamuoyu oluşturmak için türlü yollar denediği ve denemeye devam edeceği bir vaka.
Bu yollardan birinin de "Şeyh Nazım KIBRISİ" olabileceği kimi kaynaklarda yer aldı. Bir çoğumuz tarafından samimi bir İslam büyüğü, bir şeyh olarak bilinen bu şahsın, İngiliz İstihbarat Servisinin maaşlı elemanı olduğu, bu konuda Türk İstihbarat biriminde açılmış bir dosya bulunduğu Cengiz ÖZAKINCI' nın "Türkiye' nin Siyasi İntiharı Yeni Osmanlı Tuzağı" isimli eserinde belirtilmektedir. Hürriyet Gazetesinden Yıldırım ÇAVLI' nın 4 Ocak 1996 tarihli haberinde de bu konunun ele alındığı, yine aynı eserde ifade edilmiştir.
İslam büyüğü, tarikat şeyhi olarak bilinen bir şahsın İngiliz İstihbarat elemanı olma ihtimali bile hepimizi dehşete düşürebilecek türden. Yukarıdaki eserde yer alan söz konusu bilginin ne kadar gerçeği yansıttığını bilemiyoruz ama bahse konu eser Nisan 2005 tarihinden Ekim 2007 tarihine kadar 14 baskı yapmış ve halen alıntı yaptığımız bilgilerle birlikte eserin satışı devam etmektedir.
Günümüzde o denli bilgi kirliliği ve dezenformasyon ile karşı karşıyayız ki, hangi bilginin doğru hangisinin yanlı ve yanlış olduğunu kestirmek gerçekten güç. Vatandaşlarımızın uyanık olmaları, çapraz okuma suretiyle akıl-mantık süzgecinden geçirerek doğruluğunu-yanlışlığını test etmeleri gerektiği acizane tavsiyemizdir.
AKP iktidara geldikten bir yıl sonra anlaşılan SURİYE savaşı planlanmış.Bakıldığı zaman Şeyh Nazim Kibrisi bu konuda beyanlarda bulunuyor.
İngiltere Kraliçesinin İstanbul ziyaretinde basına kapalı olarak Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan boğazda demirlemiş olan İngiliz donanması amiral gemisine davet edilerek bu arada yıl 2008 Suriye savaşının masaya yatırılmış olduğu düşünüyoruz.
2009 yılında başlayan süreçle İngiliz destekli RABITA terör örgütü Türkiye içerisinden dönemin Başbakanı Erdoğan himayesinde FETVA toplantıları düzenlemiş ve komuta merkezi olarak Gaziantep seçilmişti.
Bugün bunları yaşarken dün perde gerisinde ne varmış ona bakacağız.
İşte ulaştığımız o bilgiler ! 
AKP Gerçeği! İngiliz Uşağı Şeyh Kıbrisi'den Talimatlar
Uzun sakallı , Nakşibendi Şeyhi Nazım Kıbrısi.
Ve , Erdoğan'ın yakın arkadaşı Remzi Gür.
Bu konuşmadan, sohbetin; Tayyip Erdoğan'ın Siirt'ten milletvekili seçildiği 9 Mart 2003'ten sonra yapıldığı anlaşılıyor.
Sohbet, Nakşibendi şeyhinin hükümete seslenişiyle başlıyor.
- ONLAR BU İŞİ YAPIN DESİN, ONA GÖRE YAPSINLAR
- TALİMAT, EMİR GELSİN..
Hemen sonra Remzi Gür, şeyh Kıbrısi'ye orduyu şikayet ediyor.
- FELAKET HAZIMSIZLAR
Nakşibendi şeyhi şikayeti, el öpme töreninin ardından yanıtlıyor.
- PASİF DURACAKLAR
Ve hükümetin yapması gerekenleri sıralıyor.
- EMRİNİZE AMADEYİZ DESİNLER
Terslik olasılığını da hesaplayan şeyh Nazım, "B" planını açıklıyor.
- KAÇ MEBUS VAR? İSTİFA ETSİNLER
Nakşibendi şeyhi, vekillerin istifa dilekçesini de yazıyor.
- KOLTUK SEVDALISI DEĞİLİZ
Şeyh, Atatürk Cumhuriyeti ve Türk Silahlı Kuvvetleri'ne son darbeyi indirmek için; Amerika'nın Irak'ı işgalini fırsat biliyor.
- KİMİ İSTERLERSE GETİRSİNLER
Ancak, orduyu işaret diliyle anlatmayı tercih ediyor.
Şeyh Nazım, Türkiye Cumhuriyeti'ne ömür de biçiyor.
- BUNDAN DAHA ZİLLET GÖRMEDİK
- SAĞLAM TEMEL DEĞİL
Remzi Gür, şeyhin bu zırvalıklarına onay veriyor.
- VERİLEN ÖMÜR BU KADAR
Kaydın bu bölümünde, şeyhin bir hayli keyiflendiği görülüyor.
Remzi Gür'e "Hacıbey" diye hitab eden şeyh, Abdullah Gül'e sesleniyor.
- GÜL MÜHRÜ TESLİM ETSİN
Ardından, yakın arkadaşı Remzi Gür ile, Erdoğan'a da mesaj gönderiyor.
Ve asıl hedefini açıklıyor.
- BÜTÜN DÜNYAYI İSTİYORUM
Sıra, sohbetin en "can alıcı" noktasına geliyor.
- ALTIN ÇOK
Nakşibendi şeyhi; tüm bu planların hayata geçmesi için, ne kadar altın gerektiğini soruyor.
- DEVAM, 40 YETİŞİR Mİ SANA?
Bu teklifi duyan Remzi Gür, ellerini ovuşturuyor.
Sonra da "Şeyhe bağlılığını" gösteriyor.
 Nakşibendi cemaatinin dünyadaki en önemli ismi Nazım Kıbrısi.
Kıbrısi’nin yanında dizlerinin üzerinde oturan kişi ise son dönemin yükselen isimlerinden işadamı Remzi Gür.
TMSF’nin el koyduğu pek çok varlığı satın alan Gür, Başbakan Erdoğan’ın çocuklarını yurtdışında burslu okutmasıyla da tanınıyor.
Nakşibendiler’in sitesinde Gür’ün Erdoğan’ın resmi danışmanı olmamasına rağmen,“Şeyh Nazım Kıbrısi’den Başbakanın Danışmanı Remzi Gür’e Nasihatlar” başlığıyla yayınlandı.
TALİMATSIZ İŞ YAPMASINLAR
Konuşmalardan anlaşıldığı kadarıyla AKP, Kasım 2002 seçimlerini kazanarak henüz iktidar olmuş. 18 Aralık 2002’de Necip Hablemitoğlu öldürülmüş. Kıbrısi’nin konuşmasından Hablemitoğlu’nun cenaze töreninden kısa süre sonra konuştuğu anlaşılıyor.
Kıbrısi yeni iktidara Remzi Gür aracılığıyla kibarca söyleyecek olursa “nasihatlerde” bulunuyor.
Kıbrısi “kendi akıllarıyla iş yapmasınlar. Bugünkü talimat nedir? Emriniz nedir? Sorsunlar ona göre iş yapsınlar” diyor.
Ardından Remzi Gür, askerleri Kıbrısi’ye şikayet ediyor: “Felaket hazımsızlar, dün iki tane paşa geldi bizim oraya ortada fol yok yumurta yok felaket rahatsızlar”.
Kıbrısi konuşmanın devamında tekrar ediyor: “Hükümetin bugünkü hizmeti ne olacaktır? Siz ne isterseniz biz ona amadeyiz desinler.”
Kıbrısi, konuşmasının devamında AKP’yi kastederek “eğer devlete hükmetmezlerse istifa etsinler” uyarısında bulunuyor. Kıbrısi “zaten az bir zaman kaldı, muharebeden sonra işleri tamamdır” diyerek apoletlerine dokunuyor.
Erdoğan için çok önemli isim olan Remzi Gür ve Şeyh Nazım Kıbrısı
TC ÖLDÜ
Kıbrısi, Necip Hablemitoğlu’nun cenaze töreninden duyduğu rahatsızlığı anlatıyor. Devlet erkanının, cumhurbaşkanının, askerlerin cenazeye katılmasından hareketle Kıbrısi şöyle konuşuyor: “Bu adamın sıfatı ney, TC’yi mi temsil ediyordu dedim, TC öldü, sanki TC’nin kendisinin cenazesini kaldırdılar, bu adamın şahsında TC öldü”.
Kıbrısi konuşmasında şöyle söylüyor: “Bu adam Müslümanların hedef aldığı TC Cumhuriyeti’nin kendisiydi ki vurdular öldürdüler”
Remzi Gür yeni öldürülen Hablemitoğlu ile ilgili şok bir iddiayı askerleri şikayet ederek şöyle dile getiriyor: “Efendim burada şöyle bir oyun daha var. Bu (Hablemitoğlu), Türkiye AB’ye girerken Alman Vakıfları’nın Türkiye’deki çalışmalarını inceledi. Almanlar buna itiraz etti. Askerler aba altından onlara da sopa gösteriyor, diyor ki ‘bizi AB’ye almayın’”.
BUNLAR 70 SENEDE BİTTİ
Kıbrısi cevap veriyor: “700 sene Osmanlı dayandı bunlar 70 senede bitti…. Bitti artık ektiğiniz ekin mevsimlikti”
Remzi Gür “Verilen ömür bu kadar” diye cevap veriyor.
Kıbrısi, “Biçilecek, bu ekin kalkacak, yeni ekin ekilecek” diye bağırıyor.
Kıbrısi Abdullah Gül’ün henüz Başbakan olduğu, Erdoğan’ın ise Siirt seçimlerini beklediği günlerde konuşmasını şöyle devam ettiriyor: “Doğan gün bizim içindir korkma, istedikleri anda ruhunu temsil etsin Gül, öbür Bey’e de bildir ‘ısrar etme hiçbir şeye’ de. Bir şey yapacak vakit zaten kalmadı. Harp kapıda. Harp geldi mi düzen bozulur.”
Kıbrisi konuşmasını şöyle bitiriyor: “Yeryüzünde bir yerde küfüre razı değilim. Bir yerde bir kimse küfür ederse onu da tüketmek için izin istiyoruz. Bütün dünyayı istiyorum, İslam için. Öbür taraf kafir olacak, bu taraf Müslüman olacak yok yok bitti. Beğenen yaşasın beğenmeyen gebersin.”
Remzi Gür, Kıbrısi’nin elini öpmeye kalkıyor, ancak Kıbrısi elini çekiyor.
İŞTE REMZİ GÜR VE ŞEYH ARASINDA GEÇEN KONUŞMANIN BİR BÖLÜMÜ
Remzi Gür: Dün iki tane emekli paşa geldi. Ortada fol yok yumurta yok çok rahatsızlar. Rahatsız olacak hiçbir şey görmüyorum ama o kadar rahatsızlar ki.
Kıbrisi: Anladık rahatsızlığı. Ne talimat gelirse, tahriri olarak kabul etsinler. Siz ne istiyorsanız biz ona amadeyiz desinler. Ama iş, suyumu bulandırıyorsun davası varsa...
Remzi Gür: öyle bir şey var galiba...
Kıbrisi: Varsa o zaman çaresi yok. 367'si de vazifemizi icra edemeyeceğimizden, burada millete verdiğimiz sözü yerine getiremeyeceğimiz cihetle hükmedemeyeceğimizi anladık, istifa ediyoruz kendi işimize dönüyoruz desinler. Başka bir şey yapmasınlar. 367'si de hemen diyecekler koltuk sevdasında olan insanlardan değiliz. Madem ki hükmedemiyoruz...
Saadet Partisi ve Mustafa Kamalak Kıbrisi ziyareti
Noktasına virgülüne dokunmadan planlanmış Türkiye yıkım projesini Kıbrisi açıklıyor.
Şeyh Nazım Kıbrısi efendi, 2004 yılında : “Bu zaman Efendimizin buyurduğu zamandır. “ Hazreti Mehdi’nin zamanı 7 senedir. O’nun zamanında Deccal de gelecektir.  Deccal’i öldürmek için İsa As. gökyüzünden gelecektir.
Buraya dikkat edin.ULEMA dedi.Erdoğan yaptı.
 O büyük harbin sebebi Türkiye olacaktır. Türkiye’deki hareket büyük harbe dönüşecektir. Türkiye’nin başındakiler Avrupa’ya bağlanalım, Amerika’ya bağlanalım, Rusya’ya bağlanalım diyecekler. Sonunda Rusya’ya bağlanalım diyenler galip olacaktır. Rusya ile beraber olunca bütün Rusya karşıtı devletler ayağa kalkacaktır. Büyük Harp İskenderun’da Amuk ovasında olacaktır. Bir milyon islam tarafından asker gelir. Bir milyon da kafir Rus tarafından asker gelir. Büyük muharebe olur.
O muharebede Hz. Mehdi daha görünmez. O harpte kafirler, dinsiz imansızlar, komünizm, faşizm, Nazizm; İzim’cilerin hepsi telef olur. İstanbul zapt olunur. İstanbul’da bir seda: Deccal çıkmıştır. Şerrinden sakınmak isteyenler Şama, Mekke ve Medine’ye sığınsın. Millet oralara gidecek.
Deccal 40 gün dünyayı dolaşır. Bizim zamanımızla 1 sene 6 veya 7 aydır. Fesadlık için, dini bozmak için dolaşacak. Onun üzerine Allah Zülcelal, İsa As.’ı gönderir. İsa As. Deccal’in kafasını kesip Cehenneme yollayacaktır. O vakit bütün dünya İslam’a açılmıştır. İşte bu zaman yaklaşıyor. Kendini korumak isteyen Allah’a kaçsın. Korunmayanlar, korumak istemeyenler hepsi gidecektir. Çok yakındır. Kendisi doğmuştur. Çık diye daha emir verilmemiştir. Çık diye emir aldı da çıktı mı bir tekbir alır, bütün bu teknoloji ölür. Hiçbir alet çalışmaz. Ne uçaklar uçar, ne zırhlılar yürür, ne gemiler yüzer, ne arabalar çalışır. Elektrik enerjisiyle çalışan her şey durur. Mehdi As. İslam’ın kuvvetini gösterecektir. Allah o günleri bize göstersin. Allah bizi Mehdi As’a kavuştursun.”
AKP iktidarını İNKILAP OLARAK GÖRÜYORLAR.
1. "Türkiye'de bir inkilap olur."
2. " Mehdi (a.s.) zuhurundan evvel bir hareket olacak, cenup hududu açılacaktır. Suriye hududu kalkar Şam'la bir olur."
Ruslar meydanı boş bulup bize saldıracak, bizim ordumuz güneyde Amik ovasında olacak o esnada Ruslar rahatça girecekler.  Fakat "Ruslar Avrupa boğazları kullanmasın diye tedbiren İstanbulu işgal etmiş de 6 ay sonra kendiliğinden çıkmış gibi duruyor
Yine Şeyh Efendi'nin bir sohbetinde Almanların da fırsattan istifade Ruslar'a ve Japon'un Çin'e saldıracağını, başka ülkeler de vardı saydığı böylece 3. Dünya Savaşı çıkıyor ve anlattığına göre ellerindeki bütün nükleer bombaları kullanıyorlar 
Hadiste diyor ki "
Yakında siz Rumlar'la emin bir sulh yapacaksınız.
Sonra siz gaza edeceksiniz.
Onlar da gerinizde sizin gaza ettiğinize düşman olacaklar.
O harpten muzaffer çıkacak ve ganimet alacaksınız.
Sonra yeşil bir ovaya konacaksınız.
Orada bir Rum neferi salibini kaldıracak ve diyecek ki: "Haç galip geldi."
Ona müslümanlardan birisi karşı koyup, kendisini öldürecek.
Bunun üzerine Rumlar muahedeyi bozacak ve gadredecekler.
Büyük muharebeler olacak.
Sizin için toplanacak ve 80 sancak halinde üstünüze gelecekler.
Her bir sancak altında 12000 kişi olarak." 
Bu hadiste anlatılan Haç galip geldi olayından sonra Amuk ovası savaşı gerçekleşiyor. Ama bilemiyorum, Amerika var, Rus var, müslümanlar var. Ruslarla savaştığımız kesin, aşağı Irak'a girince niye girdiniz diye bize saldıracaklar ama Amerika bu olaya nasıl dahil oluyor onu bilemiyorum. 12000 kişilik 80 sancak da Ruslar'a ait.
Hadis tercümesinde Benî Esfer yazıyor yanına parantez içinde Rumlar yazıyor ama Şeyh Efendi ona Ruslar diyor. Bu arada kaynak Rumuz el- Ehadis. Bir alttaki hadiste aynı konuyla ilgili sadece Rumlar yazıyor, acaba orada da Benî Esfer'i mi kastediyor anlayamadım.
.............
AMİK OVASINDA SAVAŞ
(Hatay) Amik ovasında Muharebe olur. Ne Rus ne Çin hiçbiri galib gelmez. 100 Rus 100 Çin olsa dümdüz edecekler gene de.
Dünya boşalacak. 5 te 2 kalır
Mehdi a.s gözlere zahire inecek; lakin herkesin görmeye hakkı yoktur.
Rusun da sırtı çok kaşınıyor ona da binecekler.
İstanbuldan 80 fırka Asker gidecek Amik ovasına ve Kıbrıstanda.
Şamdan bir kuvvet gelir diyor Şeyh Efendi hz. Amik ovasında çatışır Melhame (en büyük savaş 3.dünya harbi) orda olur Amik ovasında...
3 te biri kaçar 3 te biri şehid olur 3 te biri galib gelir...
Rus taraftarları  aramayla bulunmaz daha hepsi süpürülecek...
İlk başta Osmanlının çökmesi gerekiyordu Adetullahı tehyic için ve ardından gelen bu hadise en büyük Velinin gelirken en büyük fitneyi durdurması için...
Ardından İstanbulun fethide olacak (Hicri 1453 de) (2032)
ERDOĞAN BU YÜZDEN BAŞKANLIĞI İSTİYOR.
MEHDİNİN GELİŞİ VE SULTAN 4. SELİM
Hz. Mehdi (a.s.)‘ın gelişi
İslam'ın son Peygamberi Hazreti Muhammed (Aleyhis-Selam)'ın Kendisinden sonra kıyamete kadar yaşanacak devirler şöyle sıralanmaktadır (İmam Ahmed Bin Hanbel , 4.273):
1) Hulefa-i Raşidin Devri;Dört büyük Halife'nin (Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali) ard arda geleceği devir
2) Umera Devri;Şam'da Emevilerin, Bağdat'ta Abbasilerin Emir-il Mü'minin (mü'minlerin başı) olacağı devir
3) Müluk Devri; Osmanlı Padişahlarının halifeliği devralıp müslümanları idare edecegi devir
4) Cebabire Devri; Müslümanların tek elden yönetilmeyecegi, Kur'an-ı Kerim'e riayet edilmeyen "Ahir Zaman" devri. Zulmün ve küfrün arttığı, inançsızlığın moda, müslümanlığı yaşamanın ise avuç içinde ateş tutmaktan daha zor olduğu devir.
5) Hazreti Mehdi ve Hazreti İsa Devri;Mü'minlerin tekrar bir bütün haline gelip tüm dünya üzerinde adaletin ve Allah'a imanın yayılacağı devir.
Peygamberimizin (a.s) neslinden olan Hz. Mehdi ve yeryüzüne geri inecek olan Hz. İsa'nın zuhuru hakkındaki rivayetler şöyledir:
Hz. Mehdi'nin zuhurundan önce, dünyayı kaplayacak olan bütün zamanların en büyük savaşı (armagedon) çıkar. Bu savaş üç ay sürer ve dünya nüfusunun büyük bir kısmı telef olur (bir habere göre, yedide altı nisbetinde). Ölecek olanlar zalimler ve kafirlerdir.
Mehdi (a.s.) Medine'de zuhur eder ve üç kere "Allah-u Ekber" diye tekbir aldığında bütün ateşli silahlar durur, savaş biter. Aynı zamanda dünyada teknolojiye hayat veren enerji yok olur.
Savaş durduktan sonra, Hz. Mehdi Şam ve Konya üzerinden İstanbul'a vararak Mukaddes Emanetleri teslim alır ve Deccal'ın Horasan (İran)'dan ortaya çıkmakta olduğunu ilan eder.
Daha sonra, Deccal ve ordularına karşı cihadı başlatmak üzere Şam'a geri döner. Bu arada, Deccal Kudüs'e gider ve oradan tüm dünyaya küfrü yaymak üzere kırk günlük bir seyahate başlar.
Kırk gün tamamlandıktan sonra Hz. İsa nüzul eder, Deccal'ı Şam yakınlarında öldürür ve Hz. Mehdi ile Şam'da buluşur. Mehdi (a.s.)'ın hükmü yedi sene sürer. Ondan sonra ise, Hz İsa bütün dünyada kırk yıl hükmeder. Bu zaman içerisinde kötü ve şeytani hiçbir şey kalmaz ve dünya adeta cennet gibi olur (Altın Çağ). Kırk yıl sonunda Hz. İsa (a.s.) Medine'de ruhunu teslim eder ve Peygamberimizin (s.a.s.) yanına defnedilir.
Sonra kötüler ve şeytaniler dünya üzerinde azar azar yeniden ortaya çıkar ve on yıl boyunca çoğalırlar. Bu on yılın sonunda, mü'minler cennetten gelen rüzgarı teneffüs edip ruhlarını teslim eder ve kıyamet geriye kalan kötüler ve kafirlerin üzerine kopar.
Şimdi yaşadığımız zaman, tabii ki cebabire devridir. Zulüm ve küfürle birlikte doğal afetlerin, kaza ve belaların, savaşların ve terörün çoğalması, bu dönemin de sonuna yaklaştığımızın işaretidir.
Mehdi a.s. ve Sultan 4. Selim buluşması:
“Ya Resulallah, kıyamet ne vakit kopar?”, sorusuna, bir mübarek Cuma günü hutbede iken şöyle cevap vermişlerdir; “Ey Müminler! Biliniz ki, benden sonra Hülefa’i Raşidin gelir. Sonra mülk ve saltanat devri ile birlikte Emevi’ler gelir. Sonra Abbasiler gelir
Ve sonra ey Ashabım! Bir Selim gelir emaneti alır ve en son bir Selim daha gelir, emaneti verir. Eğer, kimdir bu Selim diye soracak olursanız, bilin ki adına Osmanlı İmparatorluğu denilen ve o devirde kılıcı en keskin olan Islam devletinin Padişahı, birinci Sultan Selim Han bizzat benim emrim ile Mısır’ı fethedip Abbasi’ler den emanetlerimi teslim alır.
Sonra o şanlı imparatorluk 700 yıl boyunca Allah’ın dinini ve benim sancağımı üç kıtada yayar ve dalgalandırırlar. Ve yine sonra, ey ashabım! Biri gelir bu saltanatı yıkar. Böylece Cebabire devri girmiş olur ki, bu devirde küfür Islam üzerine hakim olur. Müslümanlar türlü eziyetler görürler ve horlanırlar.”, diye buyurur.
Bu üzücü ve yıkıcı haber karşısında ağlamaya başlayan ashabının yüzündeki gözyaşlarını gören Hazreti Peygamber sallallahu aleyhi ve selem mübarek baş parmağı ile şehadet parmağının arasını işaret ederek; “Üzülmeyin, ey ashabım! Elbet bu devrin de bir sonu vardır ki, fazla sürmez. Sonunda sancak, düştüğü yerden kalkar. Allah’ın emriyle Sultan geri döner ve hak yerini bulur. Dağılmış olan ümmetim yeniden hilafet sancağı altında toplanırlar.
Lakin ondan önce bir Melhame’i Kübra olur ki, bu Beni Asfar (Rus) kabilesinin Türk kavmine saldırmasıyla başlar. Adına ‘Büyük Budama’ denilen öyle büyük bir savaş olur ki, dünya doğu ve batı olmak üzere iki cepheye ayrılır. Nitekim doğu’nun batı’ya karşı yapacak olduğu bu savaşta insanların yedide altısı telef olur. Üç ile yedi ay kadar sürecek olan bu müthiş ve görülmemiş savaşta Beni Asfar kabilesi Amik ovasında tamamen imha edilir.
Sonra, ey Ashabım! Üç tekbir sesi duyulur ve benim temiz soyumdan kırkıncı neslimden, öz be öz torunum olan Muhammed’ul Mehdi aleyhisselam zuhur eder ve bu savaşı durdurup Garbi Roma ile Şarki Roma’yı (Vatikan ve Istanbul) fetheder.
Akabinde derhal Konya’ya gelir ve orada ihtişam ve tazim içinde benim kutsal emanetlerimden mübarek kılıcımı son Selim olan Osmanlı padişahı 4. Sultan Selim Han tarafından bizzat tören ile, teslim alıp beline kuşanır.”
Dolayısıyla, bunun gibi daha birçok Hadis’ler mevcud’dur ki Riyaz’us Salihin’de yazmaktadır.
Mehdî aleyhisselâmın çıkışı nasıl olacak?
Vaktin sahibine vakit yakın geldi, Mehdî a.s.’ın yetişmesine az kaldı; birisi Türkiye meselesidir, bir hükümet gelecek üç ay komünist rus tertibi olacaktır, lâkin bütün Türkiye değil, ahali de ordu da ikiye ayrılacaktır. Şam hudûdu açılır ve hudut kalmaz. Sonra üç ay içinde büyük muharebe çıktığında Mehdi a.s.’ın çıkmasına üç ay var demektir. Komünistlik öldü ama komünistler hâlâ duruyor. Onların iflâhı kesilecek ve bitecektir. O temizlik olacaktır.
İskenderun Amuk Ovasında büyük muharebe olur. Eskiden Amuk Ovası bataklık içerisinde bir yermiş, Türkler sancağa girdikten sonra Allah’ın hikmetiyle kanallar açtılar ve bataklık kurudu. Komünist ordularıyla İslâm askeri orada karşılaşacak deniyor.
İslâm askeri üç bölük olur; bir bölüğü döner kaçar, ikinci bölük şehid olur. Üçüncü bölük sebat eder ve Cenâb-ı Hakk’ın nusreti yetişir ve sol komünist ordularının hepsini süpürür geçer. Cenâb-ı Hakk onlara ilahi nusretini göndedir, ta İstanbul’a kadar açılır.
Büyük Şeyh Efendi Hz.’leri, gayb Alman kuvveti çıkacak dedi, gayb Almanın kuvveti bir taraftan Rusun üstüne yürür. Japon ise Çinin üstüne yürür.
O vakit Mehdî a.s.’a tekbir alsın diye emir verilir. Onun şimdiki makâmı Hicazdadır. Bir mağara içerisinden bir su akar, gece baktığında yıldızlar gibi nur geçer. İçerisine yaklaşmaya izin yoktur cin tayfası muhafaza ettiğinden etrafına girilmez. Dokunan taş kesilir. Etrafta taş kesilmiş çok insan sûretleri vardır.
Orada tekbir alındığında; ilk tekbirde teknoloji diye bir şey kalmaz. Kuvvet membaını bitirdi mi biter. O da bir kutup elindedir, şalteri şırak diye aşağı döndürdü mü hiçbir alet edevat işlemez, makine devri diye bir şey kalmaz. Hz.Mehdî a.s. bu makina devrini yani teknoloji denilen insanlığı yıldıran ve kendisine taptıran sahte ilâhı yıkacaktır. O birinci tekbirde gider;
İkinci tekbiri ne radyo ne de televizyona gerek kalmadan magripten maşrıka bütün dünya işitecektir, Allâhuekber! bütün müminlere hakiki îman nuru ve aslandaki gibi şecaat giydirilecek;
Üçüncü tekbirde Şama ayak basılır, kâfirlerin kalplerine korku sarılır. Kâfirler kurtulmak, başlarının çaresine bakmak için paniğe düşerler. Şamdan Humus, Trablusgarp, Konya, Bursa, İstanbul, Halep, Hama olarak yedi konakta namaz kılar ve biat alır.
Yedinci konakta İstanbul’a konduğunda Sancağı şerîfi ve mukaddes emânetlerin hepsini alır. O emânetlerin pörsümüş hali gidecek ve Efendimiz s.a.v.’in zamanında nasılsa aynen öyle olacaktır. Bu kerâmettir. Hz. Mehdî a.s. kerâmetle yürür.
İstanbul’da biat verir gökyüzünden bir sedâ gelir ki; “Ey insanlar,ey müminler, Allah’ın düşmanı müslümanların düşmanı hüruc etmiştir. Onun şerrinden kendini korumak isteyenler Şam’a gelsin” Mekke,Medîne ve Kudüs de dahildir.
Îsa peygamber gelinceye kadar Şam’da mahsur kalırlar. Cenâb-ı Hakk, Îsa a.s.’ı gönderdiğinde, Îsa Peygamber gökyüzünden sabah namazında iner. Hz. Mehdi a.s.,namaz için mihrâba girer ama heybetli Îsa Peygamberin geldiğini görünce mihrabtan geri çekilir ve mihrâbı işaret edip Îsa Peygamberi davet eder. İsa Peygamber;
---kimin için ikamet edildiyse o imamdır
---ikamet sizin için edildi.
Efendimiz s.a.v. hadiste bildirmiştir; “ Ey benim ümmetlerim, Meryem oğlu Îsa gökyüzünden indirildiği gün size ne kadar ferahlık ve müjde olacaktır. O günkü imamınız sizdendir” ben indiğimde imam sizdiniz, imamlık sizin için edilmiştir. Bunun üzerine Îsa Peygamber, ümmeti Muhammedîden olduğunu tahakkuk etmek için, Hz. Mehdî a.s.’ın arkasında durur ve namaz kılar.
Deccal çıkışı
Mehdi a.s. çıktıktan hemen 40 gün sonrada Deccal çıkar. Deccalin yeryüzünde 40 hükmü var. Arkasından Îsa peygamber iner, Deccali öldürür ve Deccalle beraber bütün Yahudileri de öldürür. Yahudiler tükendiği vakitte bütün dünya rahattır. Îsa peygamber dünyada 40 sene İslâm şeriatıyla hükmedecek, Allah’ın kanunuyla emredecektir. 
HZ. İsa (a.s.) ile Deccal:
Ahir zaman Peygamberi; “Dünyanın hakimiyeti kafirlerin elinde olacak” Diye haber verdi, bildirdi. Deccal gelecek tüm kafirleri elinde toplayacak. İsa a.s. gelince Deccal ile kılıç dövüşü yapacaktır.
Sâhibuzzaman Mehdî a.s. zamanında bütün tarîkatlar durur, toplanır ve Nakşibendilerin izinden yürümeye başlar. Allah o günlere yetiştirsin. Beklenen gelir demişler.
AKP iktidarını İNKILAP olarak değerlendiriyorlar.
TÜRKİYEDE BİR İNKILAP OLUR
 Şeyh nazım Kıbrısi  101 olay olur mehdi çıkmadan diyordu. 99 u gerçekleşti buyurdu ve ve geriye iki tane kaldı dedi.
1) Türkiye de bir inkılap olur: bunun ne olacağını söylemedi. ben 3 sene içinde (2009+3: 2011) bir şey olacağı kanaatindeyim. Belki bu AKP hükümeti, belki de 2011 de olacak seçimde başa geçecek parti.
Buyurdu ki Türkiye’ye bir iktidar gelir ve sadece "bir" bölge komünist şekilde yönetilmeye başlar. 
2) Armagedon: Bakalım görelim. 3 sene içinde olacak dedi şeyh Nazım Kıbrısi hazretleri.  Olmadan üç ay kadar öncesinde Türkiye- Suriye sınırı açılır dedi. 
* 2011 yılında bir iktidar başa geçecek. (2011 Haziran seçimlerinde AKP üçüncü kez iktidara geldi.)
* Bir bölgede komünist bir yönetim.
* Armageddon 3 sene içinde olacak. (2009’a göre 2011 yılında savaş olmadı.)
* Armageddon savaşından 3 ay önce Suriye sınırı açılır.
-----------------
Güneş patlaması veya güneşten gelecek manyetik dalgalar. aslında bu ilk defa olacak bir olay değil daha öncede 1859 yılında olmuş. bu güneş patlamaları kısa süreli telsiz kesintileri radyo televizyon frekanslarını etkileyerek onların geçici süre işlevini yitirmesine neden olmuş. ancak nasa bu defa çok yüksek bir manyetik dalga bekliyor. ve olacak olan hasar: tüm elektrik sisteminin çökmesi hiç bir teknolojik aletin kullanımının mümkün olmaması ve bu hasarın düzeltiminin 20 yıl zaman alacağını belirtiyorlar. ve olacak olan tarih: 12 eylül 2012 olarak belirttiler. tam da Şeyh Nazım Kıbrısi hz. lerinin belirttiği tarih.
-----------------------
Mehdi ( a.s ) gelmezden evvel Arap Kabileleri birbirine girecektir.  
Nazım Kıbrısi’nin: 23 Kasım 2010 tarihli  ve çeşitli zamanlardaki konuşmalarından...
Bu Muharremden gelen Muharreme kadar Türk çökecek, Şam çökecek, Bağdat çökecek, İran çökecek, Mısır çökecek, Libya çökecek, Hicaz çökecek, Yemen çökecek, Sudan çökecek, Somali çökecek, Pakistan çökecek, Afganistan çökecek, Kafkaslar çökecek...
ERDOĞAN AKSARAY 'I bu yüzden yaptırdı.ÜMMETİN LİDERİ sloganları boşuna atılmıyor.
Bütün bu rejimler yürümez. Bütün memleketlerde bu demokrasi denen berbat şey gidecek... Hiyerarşi yani saltanat gelecek. Yani bir kişi idare edecek.
Alman da çöker, Fransız sallanıyor, İspanya çöker. İngiliz imparatorluktur. Daha fazla salahiyetle gelir. Her Majesty’den sonra gelecek oğlu tam salahiyetle gelecek. Parlameni  silip süpürecek. Ruslar yıkılacak. Çin içinden kaynıyor. Japonya imparatorluktur. Hindistan tek olacak. Afganistan tek olacak. İran tek olacak. Yemendeki muzır gidecek, tek olacak.
Bu sene Haccül ekberdir. Vaktin sahibi Haccül ekberde bilinir. Bu Haccül ekber geçerse ondan sonra yedi sene geçmesi gerekir. Buna dünyanın tahammülü yok. Onun için kalbime rahat oldu. Bu sene Arafat vakfesi Cuma günü olur. Haccül ekber 70 hac değerindedir. Ümid ederim vaktin sahibi çıksın.
Dağda mı barınır, ovada mı barınır. Büyük şehirler boşalmalı... 1941 den bu yana 70 senedir Mehdi bekliyorum. Allah 70 sene bekletti. Gelsin artık.  Büyük şehirler kırılıyor, milyonlar gider.
Kaddafinin işi dünyayı berbat edecek.
Filistinde Orta Şarka hükmedecek, 10 devlete yönetecek bir sultan gelecek.
Hicaz gelecek Muharreme kadar onun işi de belli olacak. 
Sallanıyorlar, hepsi gidecek.
Recep ayında (Haziran 2011) çok acayipler görünecek.
Baş baş olacak, ayak ayak olacak. Demokrasi ayakları baş, başları ayak yaptı.
Vaktin sahibi sizden gelecek. (Türklerin içinden).
Melhametül-kübra (büyük savaş) ile Konstantiniyyenin fethi arasında 6 ay vardır. 7. ayda Deccal çıkar.
İstanbul iki defa fetholunacak. Tekbirle fethedeceklerdir.
 (Osmanlı) Sultanların en sonuncusu (Vahdettin) kuvvetini yitirir. Deniz yoluyla memleketten çıkar. Sonra o sultan neslinden bir kimse gelir. İstanbula sultan olur. Mehdi emanetleri ondan alacak.
Bir Selim emanetleri alır. Bir Selim’de Mehdiye teslim eder. (Yavuz Sultan Selim ve 5. Sultan Selim).. Sultanzadeler onu kabul etmiyor. Allah onu gizliyor. Suikast yapmasınlar diye... Heyeti (yüz şekli) Sultan Hamide benzer.
Ocak 2011 tarihli konuşmasında ise TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNİ yıkacaklarını beyan ediyor.
Bütün sistem değişecek. Ağaç içinden çürümüştür, yıkılacak. Devamı yoktur artık bunların...
Onun için bu Recep ayına kadar, şimdi 5 ay var, galiba sizin seçimlerin olduğu aya geliyor. Beşincisi seçimlerin olacağı ay Haziran Receptir. Bir şeyler olacak. Anormal bir hadisenin vukuu beklenmektedir.
Belki de bu meclis bir daha kurulmayacaktır. Belki de Türkiye’de tek kişinin hükümranlığı olacak. Buna Başkanlık sistemi dersiniz.  Yani her türlü bu milletin menfaatına uyan varsa onlar meydana çıkar. Ne kadar milletin, dinin, İslamın aleyhine olan komploları yapanların tuzak ve hileleri birden kaybolur.
MHP destek verdiği Anayasa paektiyle parlamentoyu yok ediyor.Ve tüm güç Erdopğan tarafından kontrol edilemeye başlanıyor.Bahçeli milli değil.İyi bir İngiliz işbirlikçisi bu şekilde ortaya çıkmış oluyor.
Nazım Kıbrısi’den:
Zuhuriyet içinde iki mesele kalmıştır. Türkiye´de bir inkilap olur ve bir de Rus yıkılır. 
Bu rus yani koministliğin yıkılmasına rayi olan bir hareket olacak bütün dünyada. Ki o Melhame-i Kübra denen büyük harbdir! Onun akabinde Mehdi Aleyhisselam çıkacaktır.
Hazreti Ali efendimiz Basra´da minbere çıktı. Basra´nın büyük camiisinde bir hutbe okudu, öğleden ikindine kadar. Hutbet-ul Beyan derler ona, ki herşeyi ayan beyan etti. Bize o hutbelerden beş on sayfası geldi. Ötekileri evliyaların kalblerinde gizli durur. Bazı bazı söyletirler onlara.
Ve onun biriside kendisinin Hazreti Mehdi aleyhisselam zamanında gelip o´nun veziri olacağına dair olan sözüdür. Ve şimdi o devirdeyiz. Ve Hazreti Ali efendimiz o mecliste o zülfikarla beraber oturmaktadır. ...
Re: Şeyh Nazım Kıbrısi Efendiden Haber Var
Muhyiddin ibn-i arabinin yazılarında belirttiği gibi, 3. dünya savaşı rusyanın Türkiye'nin üzerine yürümesi ile başlayacaktır. yani Türkiye ye saldıracaktır ruslar. aynı anda ruslar bir kanattanda doğu almanya nın içinden batı almanyaya ve berline aniden saldıracaklar. ama birdenbire durum değişicek ve batı, doğu ile birlikte olacaktır. rusların istediği gibi olmayacaktır. ve Muhyiddin arabi hz.lerinin dediği gibi Rusya: Türkiye ve İrana dalınca güneye doğru hareket edecekler(bir önceki sohbetlerde Abdullah dağıstaninin dediği gibi bu durum ABD nin Türkiyedeki üslerini tehdit edecek ve ABD Türkiye ile yanyana savaşacaklar) Allah da ruslara karşı almanların ve japonların kalplerine intikam tohumu serpmiş. ve üçüncüsü Türkiye. sonuç olarak sovyetler tarih olacak.
RUSYA NE İSTİYOR? 
Şu deli Peter dedikleri rus imparatorun hedefi Rusya'yı dünya'da bir numara yapıp dünya'ya hüküm etmekti. Şimdi Avrupa ve Asya arasında tutulmuş durumdalar ama hayalleri sıcak denizlere varmak.
Ve Rusya çok iyi biliyor ki, kim orta doğu'yu kontrol ederse üç kıt'ayı Avrupa, Asya ve Afrika'yı kontrol eder. Orta doğu hem zahir hem batın güç merkezidir. Rusla'rın hayali oraya gelmektir. Tek engelleri Türkiye ve eskiden Osmanlı Imparatorluğu idi. Bu güçlü imparatorluk'u bertaraf etmeye calısıyorlardıki güney'e hint okyanusu'na ve orta doğu'ya yollar açılsın. O zamanlar Osmanlı Imparatorluğu vardı. Şimdi ise yolu kesen güçlü Türk devleti var.
Türk ordusu Kuzey Irak'a girince, Irak bölgelerine girmek uluslar arası yasalara karşı diyecekler, niye girdiniz diyecekler Ruslar. Çünkü Bağdad ile Rusya arasında bir karşılıklı askeri yardım anlaşması var. Ve Rusya şimdi tüm gücünü topluyor ve hazırlanıyor. Türk ordusu Irak'a girdiği vakit, Ruslar kuzey'den gelecekler.
Bu Rusya'nın son şansı yüz yüzyıllarca sürdürdükleri hayali gerçekleştirmeye. Bu fırsatı kaçırırlarsa biliyorlarki Rusya yerine Amerika dünya'ya hüküm sürüp orta doğu'yu tamamen kontrol altına alacak – son fırsat Ruslara. Ve şimdi aniden gelmeye hazırlanıyorlar.
Amerikalılar Bağdad'ın işini hızlı bitirip Suudi Arabistan'a gidecekler, çünkü oradaki yönetimden mutlu değiller. Emir 'Abdullâh ve yardımcıları Amerika'ya karşılar. O yüzden Amerika Suudi Arabistan'ı zamanı gelince üç parçaya bölecek. Birinci bölge kutsal yerler. Bu yerler Haşimilere verilecektir. Aynı eskiden olduĝu gibi. Ehlu sünne ve l-Cemaat Mekke ve Riyad yerlerini kontrol altına alacak. Diğer bölgeler anlamsız.
Sonra Amerikalılar Iran'a geçip işini bitirecek. Suriye ellerini havaya kaldıracak. Amerika'ya karşı gücü yok. Suriye, Lübnan ve Mısır Amerika'ya karşı savaşmaya güçleri yok.
O bölgede en önemli ve en tehlikeli hareket Rusların hareketi olacak. Kendilerini hazırlıyorlar. Asya ve Avrupa'danda destek bekliyorlar. Avrupa'nın solcularından bekliyorlar. Chirac ve akılsız Alman başbakan'ın günleri sayılmışdır. Chirac Ingiltere'yede karşı bir tehlike. Ak denizde bulunan Amerikan gemilerini ateşe tutabilir. O yüzden buradan oraya gidiyorlar…
Ama X. Söyledi ki bana Rus ordusu Türkiye'nin sınırlarına gelmiş. 800 000 Rus askeri Karabağ bölgesinde toplanıyor. Güçlü bir ordu topluyorlar ve bekliyorlar. Türk ordusu ise Trakya'dan birlikler alıp güneye gönderiyor. Böylece Ruslara İstanbul'a girmek kolay olacaktır.
İstanbul boş olacak. Askerlerin çoğu Amik denilen bölgede olacaklar. Burası Aleppo'nun kuzey'inde bir yer. Peygamber Efendimiz'in (s.a.v.) bir hadisine göre bu bölge büyük savaşın olacağı yer. Amerikan Hava Kuvvet'lerin Üstü bulunduğu Incirlik şehirin altında bulunuyor bu Amik ovası. Bu ova beklenen büyük harbin yeri olacak.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.s.) derki „beni asfar" yani kırmızı başlılar (komünistler) Amik ovasına gelecekler. 80 birlik olacak ve her birinde 12000 asker. X'in haberine göre şimdi 800 000 asker Türkiye sınırlarında bekliyor. Gelecekler. Amerika böyle gelince, bunlar böyle gelecek ve bölge kilitlenecek.
O yüzden Amerika Irak'ın işini çabuk bitirmeye bakacak. Onlar da Rusları bekliyor. Çok asker dolu uçak gemileri geliyor. İskenderun'a. Ordular toplanıyor o bölgede. Ve Allah biliyor doğru sayıları ne kadar…
Büyük şeyh hep bana anlatıyordu. Şam'dan da Amik ovasına Ruslara karşı savaşacak bir güç gelecek diye. Bu ordu üç bölümden olacak: Birinci birlik kaçacak çünkü savaşmaya halleri yok. İkinci birlik savaşacak ve şehit düşecek. Sonra üçüncü birlik çıkacak yola. Allah'dan manevi destek yetişecek ve bu birlik Rus ordusunu darmadağın edecek. Türkiye'ye yollar açılacak. Ruslar bu bölgeden düşecekler.
O sırada Alman'lar Avrupa'dan Rusya'ya ve Japon'lar Asya'dan Çin'lere saldıracak… Ve yine bir hadis derki „Al-Malhame ü-kürâ" (büyük savaş) ve Konstantinopl'in ikinci fethi 6 ay içinde olacak diye. Yedinci ayda Deccal çıkar.
Deccal ordusunu yahudiler ve şerefsiz kadınlar'dan toplar. Sonra Mehdi aleyhisselam ve Seyyidina Isa çıkarlar ve Deccal ve inanmıyanların işlerini bitirirler… 40 gün sürer Deccal'ın hükmü. Horasan'dan çıkar. Şu an kendisi hint okyanusun'da bir görünmeyen adada (melekler tarafın'dan) tutuluyor. Zamanı vakti gelince Hindistan'dan gelip, Iran'a ve Horasan'a yürüyecek. Tüm dünyayı gezecek. Gezisi Şam kapılarında son bulacak. Seyyidina Isa gelip Deccal'ı öldürecek. Başka kimse deĝil.
06.05.2011 tarihinde İhtar! 
Kıbrisi ihtar ediyor.
ERDOĞAN "EMEVİ CAMİSİNDE NAMAZ KILACAĞIZ " demişti.Hedef ŞAM ! Ulema emretmiş anlaşılan.
Türkiye o zaman, ikiye ayrılır ordu. Biri Rus tarafıdır. Biri Müslüman tarafıdır.
Kıbrıs’taki ahaliye de pişmiş tavuğun başına gelmeyen gelecektir!
Bundan sonra Rus galip gelecek, koministler galip gelecek, Baasîler galip gelecek, Kaddafi galip gelecek… İmkanı yok! Kapandı o! Buraya kadardır. 70 Rus, 100 Çin imdat verse onlar galip gelemez!
Şam bize aittir. Bitti. Ayağa kalktı Şam madem, mağlup olarak oturamaz! Şam Allah’ın has bir merkezidir. İslam’ın intişar edeceği yayılacağı yerdir. Binaenaleyh zannolunmasın ki zahiri kuvvet her işi halleder. Manevi kuvvetle bunları yıkacaklardır. Değil mi ayet? “Kalplerine korku salındı” diyor. Kalplerine o korku verildi mi bitti onların işi, elindekini atıp kaçacak.
Tükenir burası. Burada üç yüz bin Türk mü var? Elli bin kalır. İki yüz elli bin denize. Rum bir milyon mudur? Yüz bin kalır. Dokuz yüz bini denize. 
Beşten iki kalır. Öyle dedi değil mi? Beşten iki kalır. Beş milyarsa dünya nüfusu üç milyarı… boşalacak dünya.
Burada Ulema Amerika ve AB'yi İSLAM yapacağından bahsediyor.OBAMA bu işin ehliydi.Seçimleri TRUMP kazanınca bu proje çöktü.Erdoğan bugün AB ülkelerine karşı mülteci silahını kullanırken tıpkı TARIK BİN ZİYAD tarafından gerçekleştirilen İspan fethi ve ENDÜLÜS EMEVİ DEVLETİ mantığını güdüyordu.
Ya da EMEVİ halifesi MUTASIM tarafından 70 yılda 100 bin Türk erkeğinin öldürülerek kadın ve kızları tecavüz edilerek cariye yapılmış çocukları ise köleleştirilmiş.Aslında bu işin sonunda soykırım gerçekleşmiş ve Türkler KILIÇ MÜSLÜMANI olarak adlandırılmıştı.
Erdoğan bugün AB ülkeleri ve ABD topraklarında yaşayan Müslümanları bu akılla ve bu planla kullanmaya çalışıyor.
Netice olarak ABD VE AB ülkelerinde bu iş siyasetçilerin aklıyla bitti.Kaybeden politikayı bugün savunamayan Erdoğan ancak bağırıp çağırıyor.
Amerika İslam olacaktir
Hazreti Muhammed s.a.v. in istediği , Evliyaların istediği Amerika'nın İslam olmasıdır.
Onun gayreti ile beraber İslam ayağa kalkacaktır. Ve Amerika tarafından İslam kabul
edilecektir. Amerika İslam olacaktır. Bu yakındır.
Büyük evliya Muhiddin ibni Arabi hazretleri; „Kıyamet gelmeden önce bütün İngilizler
Müslüman olacaktır“ diye haber vermiştir. Amerika da aynıdır. Kılıçları İslam'a karşı olan milletlere çevrilecektir." diyor ! Kıbrisi..
Netice olarak Erdoğan ve AKP bizzat bu politikayı uygulayarak ABD ve AB fatihi olacaklarını bunun yanında teknolojik gücü hiç çalışmadan bin yıl önce olduğu gibi ele geçirip kendilerine göre İSLAM İMPARATORU ünvanı kazanacaklarını zannettiler.
Şimdi bu akılda bir devlet yönetimi bizi yönetiyor.
MHP ve genel başkanı aynı şekilde ULEMA kayığında gidiyor.
TSK aynı şekilde .Bazen yöneticilerin zekasından ve bitirdikleri okullardan gerçekten şüphem var.Nasıl şüphe etmeyelim.Hal ortada .
ABD ve AB bugünlerde tüm Müslümanları sınır dışı etme kararı almış.Bir savaş olursa zaten müslümanlar sadece ALLAH çekebilir.
Bu akla Türkiye Cumhuriyetini teslim eden akılsızlara akıl ve fikir başka bir şey demiyorum. (ANSAV  Başk. Yard. H. Hakkı Kahveci tarafından hazırlanmıştır.)

BAŞKANLIK REJİMİ GELDİĞİNDE OSMANLI HANEDANI SEÇİMLE CUMHURBAŞKANLIĞINA GETİRİLECEK. (OSMANLI & PHA-Hüseyin Hakkı KAHVECİ-Özel)

BAŞKANLIK REJİMİ GELDİĞİNDE OSMANLI HANEDANI SEÇİMLE CUMHURBAŞKANLIĞINA GETİRİLECEK
(OSMANLI & PHA-Hüseyin Hakkı KAHVECİ-Özel)
İngiltere kraliçesine bağlılık yemini etmiş olan Osmanlı hanedanı kendi vatanına ihanet ettikten sonra Atatürk tarafından kurulan Türkiye Cumhuriyeti devletinde
Şöyle bir tarihe gidip geriye dönersek ; Bugün İngiliz aklı ve piyonları aynı oyunu gemiye bindirerek kaçırıdkları SALATANATI seçim adı altında maskelenmiş olarak geriye getirmeye çalışıyor.
Bu rejimin adı BAŞKANLIK. Görünmezlik pelerine ile saklanmış hali ise CUMHUR BAŞKANLIĞI maskesiyle SALATANAT .
Anayasa değişikliği diye getirilen tüm maddeler kanla kurulan Türkiye Cumhuriyetinin tasfiye edilerek yerine SALATANATI geriye getirme projesidir.
Bu projenin oyuncuları AKP ve MHP içerisinde gizlenmiş kriptolardır.
Şöyel yüz yılı aşkın bir tarih sayfasını karıştırmak gerekiyor.Gerçeği yakalamak için stratejik bakmak ve olayları bütünleştirmek gerekiyor.
Osmanlı – Kraliçe adına Şövalye ünvanı almış ve hizmet edeceğini tahhüt etmişti.
“Legion d'honneur: O güne kadar hiçbir Osmanlı Sultanı, yabancı devlet nişanı kabul etmemişti. Ama Abdülmecid Han (?) kabul etti” “Nişan’ı, Fransa İmparatoru adına, Fransa Elçisi taktı.” Törenin ihtişamı konuşuldu günlerce” “Nişan”ı takan İngiltere Elçilik Piskoposu Abdülmecid’e şöyle der: ”Siz bundan sonra, İsa yolunda çalışacak, onun için her türlü özveriyi yapacak bir şövalyesiniz.” İslam halifesinin HAÇLI ŞÖVALYE unvanı almış olması bir artı olabilir miydi? Sonucunu millet savaş meydanlarında ödedi.
Abdülmecid’e İkinci ödül İngiltere”den geldi. “Diz Bağı” Nişanı” Garter Haçlı Şövalyeleri’ne takılan; yani Hıristiyanlık uğrunda savaşanlara”. Osmanlı Sultanı ve İslam aleminin Halifesi, artık bir Garter Haçlı Şövalyesi”dir. Padişahlık arması “Windsor Şatosu”ndaki St. George Kilisesi”nin duvarına asılır.
Tarih: 21 Haziran 1867:Osmanlı tahtında oturan Abdülaziz yanına, tahtın müstakbel varisleri V. Murat ve II. Abdülhamit’i alarak Avrupa gezisine çıkar. Bu geziden on gün önce, yabancılara toprak satışı yasasını çıkarmıştır. Kardeşinin (Abdülmecid) yolunda ilerlemenin huzuru içindedir. Ne tesadüf ki 2011 Haziran seçimlerinden sonra YABANCILARA TOPRAK SATIŞINI açan yasa AKP gurubu tarafından onaylanmış ve Bakan Bayraktar, toprak satışından 120 Milyar dolar gelir beklediklerini açıklamıştı. İlginçtir ki MÜTEKABİLİYET yani KARŞILIKLILIK ilkesi kaldırılarak bu kanun çıkartılmıştı. Aynı şekilde 2B yasası adı atında köylülerin dededen kalma arazilerine el konuldu. Arazisini alacak parası olmayan köylünün arazisini yabancılar almaya başladı.
Tarih: 21 Haziran 1867: Fransa’yı kıskanan İngiltere karşılıkta gecikmez. Bizzat “İngiltere Kraliçesi Viktorya”dan ödül haberi gelir.” Bildik bir ödül: “Diz Bağı” Nişanı” Hani, şu “Ulu Haç” için savaşanlara verilen “Nişan” Knight Grand Cross of the Order of the Bath.
Tarih: 21 Haziran 1867: ”Nişan” Windsor Kalesi St. George Kilisesi”nde başrahibinin huzurunda törenle verilmektedir. Ancak, İslam dünyasının halifesi için bu kural bozulur.” “Özel bir hassasiyet gösteren Majesteleri”, bir İngiliz savaş gemisinde (Saint aziz) elleri ile takar”.Nişan’ı”Abdülaziz” efendiye. Artık İslam halifesi de artık bir Garter Şövalyesi”dir.
Buraya kadar Osmanlı İmparatorluğunu ATATÜRK yıktı diyen İngiliz uşaklarına cevabımızı verdik.
Atatürk Halifeliği İngilizler Türkiye Cumhuriyetine müdahale etmesin diye kaldırdı.
1 Mart 1924'teki bütçe görüşmelerinde Halife'ye ve Osmanlı Hanedanı'na verilecek ödenek konusunun gündeme getirilmesinden sonra, 3 Mart 1924'te kabul edilen yasayla, halifelik kaldırılıp, ileride saltanat ve halifelik iddiasında bulunmamaları için hanedan üyelerinin de yurt dışına çıkarılmaları kabul edildi.[1] 5 Mart 1924 sabahı Abdülmecit Efendi ailesiyle birlikte Türk topraklarından ayrıldı.
TBMM tarafından halifeliği onaylanmış olan Abdülmecid Efendi’nin devlet başkanıymış gibi davranmaya başlamış ve İngilizlerle işbirliğine girmişti.
Perde gerisinde Suudi Vehhabiler ve Osmanlı İmparatorluğunu arkadan hançerleyen İngiliz mandasında kurulmuş Arap devletleri vardı.
İngilizler Halife Abdülmecid efendiye devlet başkanı protokolu uyguluyordu.
Bu rahatsızlık yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti için bir bekaa meselesi haline geleceği endişelerini artırıyordu.
İngilizlerin tekrar Türk milleti üzerinde tahakküm aracı olarak kullanmaya çalıştıkları Halifelik makamı bu yüzden Hilafet kaldrılması ile bu oyuna son nokta Mustafa Kemal Atatürk tarafından konulmuştur.
Atatürk’ün Hilâfet’e tepkisi, bu müessesenin, bir takım devletlerin Türkiye’nin iç işlerine burunlarını sokmalarına imkân vermesi, Türkiye’nin bağımsızlığını ihlâle sebep olacak nitelikte bulunmasıydı. Tabiatile, bu müessese, o sırada Atatürk’ün tam olarak açıklamamış bulunduğu ve kendisinin temel inancını teşkil eden laiklik kavramına da ters düşmekteydi.
 Gelişmeler ise, Atatürk’ün bu iki konudaki hasasiyeti ile tam bir çelişki teşkil etmiştir.Daha Millî Mücadele sırasında, II. İnönü Savaşı’ndan sonra, 1921 Mayısında, Hindistan Halifelik Akımının temsilcisi rolünde Mustafa Sagir adında biri Ankara’ya gelmişti. Esasında kendisi İngiliz İstihbarat Servisinin bir ajanıydı ve bir süre izledikten sonra, Mustafa Sagir’in Ankara’ya, Atatürk’e suikast düzenlemek üzere geldiği görüldü. Tutuklandı ve İstiklâl Mahkemesi’nde yargılandı ve idama mahkûm edilerek hemen idam edildi. Mustafa Sagir’i kurtarmak için İngiliz Yüksek Komiseri Sir Horaca Rumbold ile Ağa Han teşebbüste bulunmuşlardır.İşte bu Ağa Han biraz sonra yine sahneye çıktı.9 Kasım 1923 günü, yani Cumhuriyetin ilânından on gün kadar sonra, 9 Kasım 1923 günlü Vatan Gazetesi’nde, Halife Abdülmecid Efendi’nin bir takım sözleri yayınlandı. Gazeteye göre Halife şunları söylüyordu: “Bütün islâm âleminin, her daim teveccühlerine mazhar olmaktayım. Asya’nın en ücra köşelerine varıncaya kadar islâm âleminden binlerce mektup, telgraf aldım. Bir çok yerlerden heyetler gönderilerek bu duygular teyid ediliyor” dendikten sonra, Hükümetin, kendisinin durumunu düzeltmesi gerektiği imâ ediliyordu. Yani, Halife, şikâyetini dile getirirken, bir yandan kuvvet gösterisine girişiyor ve sırtını dışarıya dayıyordu.Bu demeçten bir ay kadar sonra, Tanın ve Tasvir-i Efkâr gazetelerinde, 5 Aralık 1923 günü, Hindistan Hilâfet Komitesi adına Ağa Han ve Emir Ali imzalı bir mektup yayınlandı. İşin küstahlığı şuradaydı ki, mektup Başbakan İsmet Paşa’ya hitaben yazıldığı halde, daha onun eline geçmeden gazetelere verilmişti, mektubun içeriğini belirtmeden önce imza sahipleri hakkında bir-iki bilgi sunalım.İsmaili mezhebinin lideri Ağa Han İngiltere Hükümeti’nin hizmetindeydi ve İngiliz Hükümeti’nin protokolüne göre, kendisinin 11 pare top atışı ile selâmlaması gerekiyordu.Emir Ali’nin unvanı ise İngiliz Hükümeti’nin danışmanıydı.İngiltere Hükümeti’nin bu iki hizmetkârının mektuplarındaki bazı cümleleri burada nakledelim: “… talep etmek istediğimiz şey, âlem-i İslâm’ın riyaset-i diniyesinin şer’i şerife göre tam ve kâmil olarak muhafazasından ibarettir. Halifenin nüfuzunun tenkisi (azaltılması) veya bir amil-i dinî gibi Türkiye teşkilât-ı siyasiyesinden onun teb’idi (çıkarılması) bizim fikrimizce, İslâm’ın dağılması … demek olacaktır.” Keza, “Hilâfet ve imametin, Müslüman milletlerin itimad ve hürmetine lâyık olan bir mevkie vazolunmasını … istirham ederiz.” denilmekteydi. Yani, bunlar, hilâfetin, Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal yapısının temel müessesesi haline getirilmesini istemekteydi.Bu olaydan kısa bir süre sonra, Emir Ali’nin başkanlığını yaptığı Londra İslâm Cemiyeti adına Sekreter Said Muhammed imzalı bir mektup da İçişleri Bakanlığı’na gönderildi. Mektupta, “İslâm âleminin dayanışmasını ve organik bağlarını korumak için, Hilâfetin ruhanî imtiyazlarının kesin surette düzenli ve yasal bir esas üzerinde saptanması gerekliliği” ileri sürülmekteydi.Bütün bunlar bardağı taşıran damlalar oldu. 
3 Mart 1924 kanunları, Hilâfet’e son verdi. 13 maddelik olan bu kanuna göre, Halife hal edilmiştir ve Hilâfet makamı da kaldırılmıştır. Halife ve Osmanlı Saltanatı’nın erkek, kadın bilcümle üyeleri ve damadlar, Türkiye Cumhuriyeti’nde hiç bir şekilde ikamet edemiyeceklerdir. Bunlar Türk vatandaşlığından da yoksun bırakılmışlardır. 
Bundan böyle, Türkiye’de gayrı menkul edinemezler. 
Fakat bu işin peşini bırakmak istemeyenler de çıktı.10. Hilâfet’in İlgasından Sonraki Dış Gelişmeler Halife Abdülmecid Efendi Türkiye’den ayrıldıktan sonra İsviçre’ye gitti. Fakat rahat durmadı. Dünya İslâm başkanlarına bir bildiri yayınlayarak, Türkiye Hükümeti’nin kararını reddettiğini bildirdikten sonra, Müslümanları bir Kongre toplamaya çağırdı.Bu arada İsviçre gazetelerinde de Hint Müslümanları adına hilafetçi yazılar yayınlanır. Bunlardan birinde şöyle deniyordu: “Hilâfet’in Saltanat’tan ayrılmasından sonra, Halife ile hanedanı, eskisinden çok Müslümanların malı olmuştur. Dünkü Saltanat hanedanı bugünkü Hilâfet hanedanıdır. Dinsel başkanımızın bu hanedandan olmasını istiyoruz. Bizim manevî ve politik desteğimizi Türkiye ancak bu şartlarda kazanabilir.”Abdülmecid’in bu faaliyetleri İsviçre Hükümeti’ni rahatsız eder. Kendisine, siyasal propaganda yapmama şartıyla oturma izni verildiği hatırlatılır.
Fakat Hilâfet’in ilgası, Hüseyin’in iştihasını yeniden kabartır. Hilâfet’in ilgasından tam üç gün sonra, 7 Mart 1924 de, Hicaz Kralı Hüseyin kendisini Halife ilân etti. Ne var ki, Hüseyin’in bu teşebbüsü kendisinin de sonunu getirdi. Hüseyin’in halifeliğine İslâm dünyasından itirazlar yükselirken, en şiddetli tepki Necd’deki Suudi’lerden yani Vehhabiler’den geldi. 
Bu sefer Halifelik hevesi Suudi’lere geçti. Suudi’ler 1926 başlarında Kahire’de bir İslâm Kongresi toplayıp Hilâfet konusunu ele almak istedilerse de, katılım çok az olduğu gibi, toplantıdan bir sonuç da çıkmadı. Bunun üzerine Suudi’ler bu sefer 1926 Haziranında Mekke’de ikinci bir Kongre düzenlediler. Bazı kaynaklara göre, Türkiye bu Kongre’ye iki tane “gayrı resmî gözlemci” göndermiştir. Katılımın biraz daha geniş olduğu bu Kongre’de, en etkin gruplar Hindistan Hilâfet Delegasyonu ile Mısır Delegasyonu idi. Her ikisi de Hain Hüseyin’in Kongre’den kovulmasına oy vermekle birlikte, Vehhabi’lerin hilâfetine de yanaşmadılar. Özellikle Mekke’nin ve Hazret-i Peygamber’in merkadi kutsal Kabe’nin, bağnaz ve mezar sistemini kabul etmeyen Suudi’lerin kontrolü altına girmesinden haşlanmadılar. Hem Hintliler, hem Mısırlılar Kongre’nin liberal kanadını temsil etmekteydiler. Dolayısıyla, Mekke toplantısından da Hilâfet konusunda her hangi bir şey çıkmadı.
O yıllar sonrasında 70’li yillarda Suudiler kutsal emanetler için büyük paralar teklif etmişti.
Demirel tarafından nakledilen bir hatıra şöyle !
“1970’li yıllarda Ankara’daki bazı diplomatik çevrelerde, bir söylenti dolaştı. Buna göre, Suudi Hükümeti Türkiye’den 3 milyar dolar karşılığı, Hırka-i Şerifi yani Hazret-i Peygamber’in, Yavuz Sultan Selim’in 1517’de Mısır’dan getirdiği hilâfet hırkasını kendisine vermesini istemiştir. O yılların, zamanın Başbakanı Süleyman demirel’in deyimi ile, Türkiye’nin 70 Cent’e muhtaç olduğu bir dönem olduğunu hatırlatalım. Bu söylentide resmî bir teşebbüsün söz konusu olabileceğini sanmıyoruz. Yalnız, bu istikamette, şu veya bu şekilde zemin yoklaması, ağız araması yapılması ihtimali daima mevcuttur. Bu derece önemli bir konuda, müsait zemin bulmadan resmî bir teşebbüsün yapılmasının mümkün olmayacağı açıktır.”
Derken Erbakan‘ın Sürgünden Türkiye’ye gönderilmesi ve sağ cenahın bölünme operasyonları. 
Bunun yanında Suudiler tarafından finanse edilen 1980 darbesi ve ANAP iktidarına teslim edilen Türkiye Cumhuriyeti devleti hep bu süreçlerin devamıdır.
Aynı şekilde AKP ‘nin kurulması ve siyasetin tasfiye edilerek AKP iktidarının 15 yıl süreyle iktidarda tutulması aynı sürecin ve planın parçasıdır.
2001 yılına geldiğimizde sürece müdahale eden bir Devlet BAHÇELİ ortaya çıkar.Mevcut siyasetin tasfiyesi ve OSMANLI HANEDANININ geriye dönüş anahtarı AKP’nin önünün açılması süreciydi.
Burada 2001 yılına dönerek MHP GENEL BAŞKANI DEVLET BAHÇELİ’NİN rolünü çok iyi okumamız gerekiyor. ANASOL- M hükümetini bitiren ERKEN GENEL SEÇİM açıklaması yani talebi bizzat o dönem koalisyonun ikinci büyük ortağı olan MHP lideri Devlet Bahçeli tarafından yapılmıştı.
Aynı dönemde Batı tarafından operasyona tabi tutulan DSP – DYP – Refah Partisi bölünerek Kemal Derviş operasyonlarıyla Demirel – Ecevit – Erbakan tasfiye edilmişti. Türkeş vefat ettikten sonra Genel Başkanlığa seçilen Devlet Bahçeli bu projenin parçasıydı.Erken genel seçim açıklamasından bir süre önce İngiltere merkezli bir telefon konuşması yaptığı ve bu telefonun Buckingham sarayından geldiği ve talimat sonrası ANASOL – M hükümetini erken genel seçime götüren açıklamanın yapıldığı söylenir.Tabi bu açıklama o gün Refah Partisini bölerek yeni kurulan AKP ‘ye iktidar kapılarını açan ve Türkiye siyasetinin tamamen tasfiyesiyle sonuçlanan seçim olacaktı.
Bunu çok iyi bilen Devlet Bahçeli bugün “ BAŞKANLIK ANAYASASI “ değişimi meselesini gündeme getirerek 2.Cumhuriyetçilerin ve İngiliz Chatham House projesi olan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yıkılarak yerine NEO – OSMANLI modelinde hanedanın iktidara geriye dönüşünü sağlayan kapıyı açan kişi olarak tarihe geçmiştir.
Aynı Devlet Bahçeli sonrasında Kraliçe’nin uslu oğlu Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesine ses etmemişti.
Tesadüfler hep tarihi tekerrür ettiriyor.
Abdullah Gül  Cumhurbaşkanı ve süreç hızlanıyor.
 Ne tesadüf İngiliz Amiral gemisi İstanbul’a gelerek Dolmabahçe önünde demirlemişti. Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan beraberce basının görüntüleyemediği bir ortamda hesapta AKŞAM YEMEĞİ yemişlerdi. İngiliz Kraliçesinin huzurunda. Ne verdiler? Ne aldılar? Kimse bilmiyor. Biz öyle diyelim.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e İngiltere Kraliçesi tarafından takdim edilen nişan sonrasında yanaşma basının manşetleri olan gazetelerde manşetler şöyle: “Büyük Şövalye Nişanı”nın haçsız olanı takılıyor Sn. Gül’e” “Özel bir hassasiyet gösteriyor majesteleri”
İlk manşette beyinlilere, ikincisinde ise beyinsizlere mesaj veriyor.” Beyni hasar yemiş kalemler böyle yazmıştı. Ne var ki bunda! Altı üstü bir madalya, onu alınca kimliğimiz mi değişecek! Diyenlerin yüzleri Allah’ın huzuruna döndüklerinde utanmıyorlar mı?
Bir iğne dahi verilse, eğer o ülke İngiltere ise çok şey değişebilir.200 yıldır Osmanlı ve Türkiye siyasetinde etkin rol oynayan, ülkemizi; savaşa sürükleyen, işgal eden, sömüren ve hükümetlerimizden anahtarlık yapan, kokuşmuş çoraplarını başımıza takke diye geçiren İngiltere”den bahsedilince binlerce kez düşünmeliyiz.
Üzerinde Güneş (Haç) Batmayan İmparatorluk. Türk Halkının Başı, İngiltere tarafından “Diz Bağı Nişanı” ile ödüllendiriliyor ise bu, çok yakında ülkemizden bazı parçaların kopacağının işareti.
Ne demişti Sayın Gül “GÜROYMAK’IN ESKİ ADI NORŞİN“. Çözülme destekçileri ne demişti? Tarihi isimler yani eski isimler yeniden kullanılacak.
Mesela İSTANBUL - KONSTANTİNOPOLE, ANTALYA – ATTALEİA, ANKARA –ANCYRA gibi beğenilerinize demek düşer. Uyan, ey Türk Halkı! İngiltere”de “Diz Bağı” denilen bu “Nişan”, Türkiye’de “Göz Bağı”na dönüşüyor. Benden selam olsun başını bağlarken gözlerini bağlayanlara; Olsun Allah biliyor ya.
O günleri hatırlamadan bugün yaşanan  BAŞKANLIK KAOSUNU anlayamayız.
AKP kadroları ,yandaşları TV ekranlarında “ Keşke İngiliz işgali devam etseydi.Halifelik devam eder “ diyecek kadar alçak ve hainlerden oluştuğunu hala anlayamamış bir psikolojiyle karşı karşıyayız.
Şerefinize Kraliçe!..
Savaş gemisinde kadeh tokuşturdu. Köşk’te, Büyük Şövalye Nişanı’yla ödüllendirilen Abdullah Gül ve eşi Hayrünnisa Gül, o gemide onurlarına verilen resepsiyonda Kraliçe’yle kadeh tokuşturacak kadar mutluydu. İngilizlerin Gül’e olan ilgisi elbetteki bununla sınırlı kalmayacaktı ve kalmadı da...
Çünkü Gül onların yetiştirdiği evlatları gibiydi.Chatham House meşhur Lawrance denilen itin yetiştirildiği bunun yanında TURAN ve Osmanlı İmparatorluğu’nun bölünme ve parçalanma planlarının yapıldığı yerdi.
İşbirlikçileri ise İstanbul saraylarının müdavimleriydi.
Yani bu işin tarihsel bağları açısından daha da gerilere gidersek ; Atatürk ve İngilizler arasında Suudi destekli olarak geçen Halifelik mücadelesine bakmak gerekir.Daha ötesi ise hep dedğimiz gibi Vehhabi Suudi operasyonları perde gerisinde kimi zaman İngiliz Kraliyet ailesi kimi zaman ise ABD derinleri Türkiye siyasetinde vücut bulmaya devam etmektedir.
Bu sırada son zamanlarda Türkiye Cumhuriyeti toprakları Arap ülke liderlerine parsel parsel satılırken “ Peygamber efendimize ait olduğu iddia edilen sakal-ı şerifin DUBAİ emiri Makhdum için havaalanına kadar götürülerek kendisine para karşılığı satıldığı iddiaları mevcuttur.
Aslında 
sona doğru yaklaşıyoruz.
Başkanlığın amacı Osmanlı saltanatı ve HİLAFET rejiminingeriye getirilmesidir. Bunun sakıncalarını bugün için Erdoğan anlayamamaktadır.
Ona göre HİLAFET gelirse ÜMMET birleşecektir.Kaldı kigidebildiği bir tane ARAP ülkesi kalmamıştır.
Bugün İŞİD terör örgütü SKYSE – PİCOT anlaşmasınıtanımadığını açıklamış aynı paralelde Erdoğan cetvelle çizilmiş sınırlar diyesağda solda nara atmış dahası LOZAN barış antlaşmasını Ergun Diler denilenyandaş gazetecinin ağzından çöpe attığını açıklamıştır.
Bugün Lozan yoksa önüneotomatikmen SEVR gelir .Erdoğan diyor ki “ El Bap çok önemli.Geriye çıkarsakSEVR’İ dayatırlar.”
SEVR anlaşamasışartlarına dönerseniz ne olur ?
SALTANAT VE HALİFELİK yönetimine dönmüş olursunuz.
Erdoğan ve Bahçeli Türkiye Cumhuriyeti Devletini yıkarak 1900 ‘lü yılların koşullarına doğru sürüklemektedir.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce ve sonra bu beyanları hepimiz tarafından bilinmektedir.
Son süret bu süreci daha iyi anlayabilmemiz için şu iki husus çok önemlidir.
19 Nisan 2012 tarihinde yapılan ankette İngilizler en büyük düşmanlarının arasında Atatürk’ü gösterirken Abdullah Gül ismi en çok sevdikleri isimler arasında yer almıştı.
İngilizlerin en çok düşman olduğu liderler sırasıyla şöyleydi.
George Washington'ı İrlandalı gerilla lideri Michael Collins, Fransa İmparatoru Napolyon Bonapart, Alman General Erwin Rommel ve Mustafa Kemal Atatürk izledi.  
Dikkat çekici değil mi !
Dönemin Dışişleri Bakanı Halife Abdülmecid’in torunlarıyla İngiltere’de Türk Büyükelçiliğinde toplanıyordu.
Tarihler 09 Mart 2013’ü gösterirken bu önemli toplantıda aslında Osmanlı hanedanının Türkiye’ye dönerek SALTANAT ve HİLAFETİN geriye getirilmesi konusunda anlaşma sağlanmıştı.
O tarihten sonra Türkiye olarak yaşadıklarımızı bir daha gözden geçirmemiz gerekiyor.
Develt Bahçeli durup duruken bir anda BAŞKANLIK ANAYASA değişikliğini boşuna meclis gündemine getirmedi.Kimbilir ! Buckingham sarayından bir telefon gelmiş olmasın.
2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Bahçeli köşke çıkıp Exeterci Abdullah Gül ‘e Cumhurbaşkanlığı adaylığı teklifinde bulunmuştu.Gül kabul etmeyince verdiği işarete göre başka bir Exeterci olan Ekmeleddin İhsanoğlu isminde karar kıldı.Peki bu durumda CHP bu oyunun neresinde bunu sormak lazım.
Bugün Anayasa başkanlık görüşmelerinde AKP milletvekilleri “ YENİ BİR ABDÜLHAMİT LAZIM “ diyecek kadar sığ ve cahalet sergiliyorlar.
Dikkat edelim.Atatürk lazım demiyorlar.
Asıl baklayı ise Osmanlı hanedanı mensubu açıklıyor.
2'nci Abdülhamid'in beşinci kuşaktan torunu Nilhan Osmanoğlu, "Cumhurbaşkanımız ile son görüşmemiz sonrasında aile olarak onu kesinlikle yalnız bırakmayacağımızın kararını verdik. Aile olarak biz de bir kişiyle bu siyasi oluşumun içinde olacağız. Şu anda o ismi veremiyorum ancak bu ismi biz belirledik. Cumhurbaşkanımızın bu konuda yalnız kaldığını gördük. İşte bu yüzden aile olarak bizler de O'nun yanında daha fazla olacağız" diye konuşuyor.
Ve Osmanlı hanedanı Türkiye Cumhuriyeti devletine karşı mal mülk davası açıyor.
Osmanlı İmparatorluğu’nun 34’üncü padişahı Sultan Abdülhamit’in torunları, dedelerinden miras kaldığını öne sürdükleri onlarca değerli mülk ve arazi için hukuk mücadelesi başlatıyor.. Talep edilen yerlerin toplam değeri ise milyar dolarla ifade ediliyor. Neredeyse İstanbul’un yarısı isteniyor.
Başka miadı olmuş tapular yandaş medyada ortaya çıkartılıyor.Ve Halep bizim ! Şam bizim ! Kudüs bizim gibi aptalca manşetler atılıyor.
Ben yarın BİZANS İMPARATORUNUN torunlarının ellerinde tapularıyla gelip İstanbul bizim demelerinin bu aptal zihniyetler karşısında gayet doğal olduğunu düşünmeden edemeyeceğim
Osmanlı saltanatı  İngiliz gemisine binip giderken ,Osmanli ordulari başkomutanı Enver Paşa Alman DENİZALTISINA binerek Rusya’ya kaçıyordu.Rusya sonrasında Enver Paşa’ya verdiği görevle Türk dünyasını Çin ve Rusya ‘nın hegemonyasına sokmayı başardı.Sorsan kahraman derler.
Bir avuç silah arkadaşıyla beraber Mustafa Kemal Atatürk ise vatan hainlerine rağmen bir Türk devleti kurmayı başardı.
Şimdi Osmanoğulları hanedanının ülkeden neden çıkartıldığını daha iyi anlıyoruz.Çünkü fitne devam ediyor.Bu ülkeye kıymet yerine mal ve mülk peşine düşmüşler. Anlatılanlara bakılırsa DEVLET BAHÇELİ ve ERDOĞAN Saltanatı ve bir İngiliz projesi olan Hilafeti getirmeye kararlılar.
Yani MHP ve AKP tarafından getirilen BAŞKANLIK ANAYASASI bir İngiliz projesidir. Uşakları bellidir.Sonuçları ise SEVR demek ehven kalır.Daha beter bir sürece taşımaktadır.
MHP ve AKP Anayasadan çıkartmış oldukları "CUMHURBAŞKANI ADAYI OLABİLMEK İÇİN DOĞUŞTAN TÜRKİYE CUMHURİYETİ VATANDAŞI OLMA ZORUNLULUĞUNU " Yurtdışından getirilecek olan Osmanlı Hanedan mensuplarının Cumhurbaşkanlığına aday olabilmesi için Anayasadan çıkarttılar.
Şimdi Bahçeli ve Erdoğan tezgahlarını anladınız mı ?
Bu arada 15 Temmuz darbe senaryosu direk Türkiye Cumhuriyeti Devleti için tasfiye amacı taşıdığına göre Bahçeli ve rolünü çok iyi anlamak zorundayız.
Gün gelecek ATATÜRK ve Osmanlı hanedanı seçimlerde yarışacak.İş bu noktaya doğru getiriliyor. (ANSAV STRATEJİK ARAŞTIRMALAR VAKFI Başkan Yardımcısı H.Hakkı Kahveci tarafından hazırlanmıştır.) 

10 Aralık 2016 Cumartesi

ATASÖZLERİ HAKKINDA DOĞRU BİLDİĞİMİZ YANLIŞLAR & Halit DURUCAN

ATASÖZLERİ HAKKINDA DOĞRU BİLDİĞİMİZ YANLIŞLAR
Halit DURUCAN 
Her toplumda olduğu gibi, Türk toplumunda da atasözleri söylemlerindeki güzellik, yüklendikleri kavram zenginliği ile milli yapımızın vazgeçilmezleri arasında yerini almıştır. Atasözlerimizin geçmişi, Türk milletinin tarih sahnesine çıkışına kadar uzanmaktadır. Bu yönüyle atasözlerimiz, Türkçe ile hayat bulmuştur. Eski Türk medeniyetlerinde atasözlerine sav, Osmanlılarda mesel denilmiş; cumhuriyetimizin kurulmasıyla birlikte atasözleri olarak toplumumuz tarafından sevilerek kullanılmaya başlanmıştır…
Öteden beri, devletimizi ve milletimizi bölmek ve parçalamak amacıyla pek çok ülkenin ülkemize misyonerlerini sızdırdığını biliyoruz. Dış güçler, misyonerlerini gerek “İslami” konularda, gerekse “Türk Sosyal Yapısı” anlamında çok iyi yetiştirmiştir. Türk toplumunda görev alan veya ferdi olarak faaliyet gösteren devşirme din ve siyaset adamları, saf Türk toplumunun dini ve içtimai inançlarıyla oynayarak Türk Milleti’ne ait olan inanç biçimlerini dejenere etmişlerdir. Yüzyıllar boyu, kendi inançlarıyla ve kendi kararlarıyla ayakta kalmış, pek çok devlet ve imparatorluklar kurmuş olan milletimiz, adım attığı her coğrafyaya hoşgörüyü, mimariyi ve sanatı taşımıştır.
Özellikle Türklerin Müslüman olmasından sonra, Türklerin dünya siyasetinde öncü rol oynaması Hıristiyan âlemini endişelendirmiştir. Avrupalılar, Türklerin ilerleyişini önleyebilmek için dünya devletlerinden oluşan kalabalık ve güçlü bir haçlı ordusu oluşturmuştur. Haçlı orduları, Anadolu’ya Türklerin girişini engellemek için Selçuklularla Malazgirt’te (1071) savaşmış ancak Muvaffak olamamıştır. Osmanlı dönemlerinde de Türkleri tarih sahnesinden silmek için tarihin kayıt edebildiği on yedi haçlı seferi düzenlenmiş, ama yine Türklerin ilerleyişine engel olamamışlardır. Batılı din ve siyaset adamları, savaş yoluyla Türkleri durdurmanın imkânsız olduğunu fark edip, farklı stratejiler geliştirmeye başlamışlardır. Konuya ışık tutacağını düşündüğüm tarihi bir olayı aktarmakta fayda görüyorum.
Siz içeriden, biz dışarıdan yıkmaya çalışıyoruz ama…
Sultan Abdülaziz, Paris’te açılan 1866–1867 sergisi münasebetiyle yaptığı seyahatte Keçeci-zade Fuat Paşa’yı refakatine almıştı. Seyahat sırasında Compte de Montauban de Palitan Üçüncü Napolyon’un başvekili idi. Üzerinde seraskerlik vazifesi de vardı. Üçüncü Napolyon, Süveyş Kanalı’nı açtırmak, Girit’i Yunanistan’a bağlamak istiyordu.
Compte de Montauban de Palitan ile Fuat Paşa arasında mühim siyasi görüşmeler yapıldı. Nihayet bu konuşmalar sırasında bir gün Compte de Montauban, Keçeci-zade’ye şöyle demiştir: “Neye beyhude ısrar ediyorsunuz? Hangi kuvvetinize güveniyorsunuz? Osmanlı Hükümeti’nin ne derece zaafa düştüğünü görmüyor musunuz?”
Fuat Paşa derhal karşılık verdi: “Hayır Kont! Osmanlı zaafa düşmemiştir. Bütün kuvvetini muhafaza ediyor ve edecektir. Osmanlı en kuvvetli, en duyarlı devletlerden biridir. Üç yüz senedir siz dışarıdan, biz de içeriden yıkmaya çalıştığımız halde bir türlü yerinden sarsamadık!” Fuat Paşa’nın bu cevabı karşısında Fransız başvekil ister istemez kahkaha attı. Girit meselesi bir nükte ile böylece halledilmiş oldu.
Bu tarihi vakıa, politik bir vakıadır. Osmanlı, topraklarının büyük bölümünü politik oyunlarla, bir kısmını da haçlı saldırıları sonucunda kaybetmiştir; ama bu tür girişimler Türk Milleti’ni tarih sahnesinden silmeye yeterli olamamıştır. Avrupalılar, bu necip milleti yeryüzünden silebilmek için onların dini ve milli inanç sistemlerini yok ederek amaçlarına ulaşmayı planlamışlardır. İşte, misyonerleri vasıtasıyla yaptıkları yozlaştırma çalışmalarından bazı örnekler:
1-) Üzümünü ye, bağını sorma: Bu sözü enine boyuna analiz ettiğimizde şu çarpıcı sonuçlar ortaya çıkıyor.
a-) İkiyüzlü olmamız isteniyor,
b-) Hırsızlığa davetiye çıkartıyor,
c-) Kul haklarını ortadan kaldırıyor,
2-) Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar: Bu sözün analizini yaptığımızda da şu sonuçları elde ediyoruz.
a-) Misyonerler, doğru söyleyenlerin başlarına türlü belaların geleceğini ileri sürerek; yalan söylemenin en meşru yol olduğuna insanlarımızı inandırmışlardır.
b-) Yalan söylemek genellenmiştir. Sır doğrular ile sıradan doğrular birbirine karıştırılmıştır. Amaç; toplumun ahlak, yardımlaşma, hoşgörü ve birbirine olan güven duygularını ortadan kaldırmaktır.
Sonuç olarak; 
Doğruları konuşmak, hak ve adaletin tecelli etmesi bakımından çok önemlidir. Ancak doğrular, doğru ortamlarda doğru kişilere söylenmelidir. Aksi halde toplumda fitnelerin çoğalmasına sebebiyet verir.
3-) Bal tutan parmağını yalar: Bu söz üzerine biraz dikkat kesilip, düşündüğümüzde; bu sözün ardında buram buran menfaatçiliğin yattığını rahatlıkla görebiliriz. Bizler, bu sözden şu sonucu çıkarabiliriz: Çıkar elde edebileceği bir işte çalışan bir kişinin, kamu menfaatlerini ikinci plana atıp, yaptığı bu işten önce kendine pay çıkarmalıdır. Faziletin kaybolmasına sebebiyet verecek bu söz kesinlikle bize ait değildir. Kabul edilir ki; İslam inancıyla yaşayan Müslümanlar, yaptığı işi devleti ve milleti adına yaparlar. Her ne kadar kaynağın başında otursalar da asla o kaynaktan sebeplenme hakkına sahip değillerdir. İslam inancı, inananlarını fedakâr olmaya yöneltmiştir. Devlet kaynaklarının yetişmediği dönemlerde, görev yapanların da fedakârlık yapmasını istemiştir.
4-) Bana dokunmayan yılan bin yaşasın: İlk bakışta pek zararlı gibi görünmeyen bu söz üzerinde biraz düşünülürse; yine buram buram fitne ve felaket koktuğunu anlayabiliriz. O felaketlerden bazıları:
a-) Toplumda dayanışmayı yok etmek,
b-) Şer işlerle iştigal edenlerin işlerini kolaylaştırmak,
c-) Toplumda korkuyu ve baskıyı hâkim kılmak,
5-) Her koyun kendi bacağından asılır: Asırlardır, yaşam tarzımızda varlığını kuvvetlendirerek sürdüren bu fitne sözün kısa bir analizini yaptığımızda kafamızda şu düşünceler oluşuyor: İnsanların işlediği suçların cezasını sadece kişinin kendisi çeker. Bu haliyle çok masum gibi görünüyor; ancak suç işleyenler, bizim akraba veya komşumuz olabilir. Bu durumda, atasözüdür diyerek yapılan yanlışların seyircisi olamayız. Her aile, kendi yakınının yanlışlarını düzeltmekle mükelleftir. Çünkü toplumda düzen ancak bu şekilde sağlanabilir. Şunu da akıllardan uzak tutmamak gerekir ki; kişilerin işlediği suçların bedelini toplum olarak hepimiz çekmekteyiz.
6-) Merhametten maraz doğar: Bu yanlış söz için şu tespitlerde bulunabiliriz: Merhamet, acıma duygusudur. İyilik yapmak, saygıdeğer bir davranıştır. Zor durumda kalan bir insanın yardımına koşmak insana manevi bir haz verir. İnsanlar, birbirlerine iyilik yaparken kesinlikle menfaat peşinde olmazlar. Aksi halde, karşılık beklenerek yapılan yardımlar, yardım olmaktan çıkar, çıkar ilişkisine dönüşür.
Şimdi merhametten maraz çıkacağını düşünerek müşkül durumda bulunan insanlara yardımcı olmaz isek, gün gelip bizlerde müşkül durumlara düşünce, tutunacak bir dal, bir dost eli aramaz mıyız? O zaman mı anlamalıyız bu sözün yanlış ve maksatlı olduğunu? Yardım ile merhameti birbirinden ayrı tutmak asla mümkün olmamıştır. Zaten yardım etmekten kaçınan bir kişide merhamet duygularının olmadığı çok açıktır.
Merhamet, yardım duygusunu beraberinde getirdiği için bir toplumda asla vazgeçilemeyecek bir kaynaşma ve yardımlaşma kaynağıdır. Merhamet, bir toplumun her türlü zorluğa karşı dimdik ayakta kalmasını sağlayan ahlaki prensiplerdendir.
Merhamet ve yardımlaşma duygusunu yitirmiş toplumlar, en ufak bir sarsıntıda yerle bir olmaya mahkûmdur. Bizler, dini ve milli inançlarımızın gereklerini yerine getirmekten büyük onur duymaktayız ve bizi biz yapan inançlarımızdan asla ödün vermemeliyiz.
Bu sözü, toplumsal yardımlaşma ve merhamet duygularımızı tamamen ortadan kaldırmak isteyen misyonerlerin ortaya attığını rahatlıkla söyleyebilirim. Bu sözün hamisi olanlar, bir gün başları sıkıştığında; “Sakın bana merhamet etmeyin, maraz doğar” diyerek, kendisine uzanacak yardım elini geri çevirebilecekler mi acaba?
Son söz olarak gerçek Atasözlerimiz için şu bilgileri ilave edebiliriz: Her toplumda olduğu gibi, Türk toplumunda da atasözleri söylemlerindeki güzellik, yüklendikleri kavram zenginliği ile milli yapımızın vazgeçilmezleri arasında yerini almıştır.
Atasözlerimizin geçmişi, Türk milletinin tarih sahnesine çıkışına kadar uzanmaktadır. Bu yönüyle atasözlerimiz, Türkçe ile hayat bulmuştur. Eski Türk medeniyetlerinde atasözlerine sav, Osmanlılarda mesel denilmiş; cumhuriyetimizin kurulmasıyla birlikte atasözleri olarak toplumumuz tarafından sevilerek kullanılmaya başlanmıştır.
Bize ait olan atasözlerinin özellikleri; değiştirilmeden bir kalıp olarak kullanılması, kısa ve özlü olmaları dikkat çeker. Diğer yönüyle baktığımızda, yaşanan olaylar karşısında Türk insanının ileri görüşlülüğü, çevik bir zekâya sahip olması, hayal kurma kabiliyeti ve ince bir espri yeteneğine sahip olmaları yönüyle Türklerin kültürel zenginliğini ortaya koymaktadır. Bu bakımdan bize ait olmadığı hemen anlaşılan fitne atasözlerini bir an evvel hayatımızdan kaldırıp atmalı, bize ait olan atasözlerimize kültür mirasımız olarak sahip çıkmalıyız. Aksi halde yozlaşmalarla birlikte toplumsal çözülmeler kaçınılmaz olacaktır.
Yazar Hakkında
1960 yılında Kırıkkale’de doğdum. İlk ve ortaokulu Kırıkkale’de, liseyi de Ankara’da tamamladım. Üç çocuk babasıyım. Okumayı, araştırmayı, yorum ve eleştiri yapmayı severim. Bu birikimlerimden faydalanarak “Mevtadan Mektup Var! isimli birde kurgu romanım yayınlanmıştır. Roman sevenlere tavsiye ediyorum. Ortaokul ve lise yıllarımda oluşturduğum arşivimden ve günümüz teknolojisinden faydalanarak bu sitede makale yazmaya başladım. Amacım; makale severlere doğru bilgiye dayanan yazılar hazırlamaktır. Bilgi birikimlerimi kişisel dünya görüşümle harmanlayıp, okuyucusu ile buluşturmaktır. Okuyucularımdan beklentim şudur; yazdıklarımı beğenin veya beğenmeyin, lütfen yorum yapın, beğenip beğenmediğinizi belirtin. Çünkü; sonuçta yazarlarda insandır, yanılabilir. Hatalarımı göstermeniz dileğimle, hepinize saygılarımı ve selamlarımı sunuyorum. 
E-mail: atessbeyy@mynet.com
Allah’a emanet olunuz…
((Gönderen: Makine Yüksek Mühendisi, Gazeteci – Yazar Ahmet YALVAÇ (Yalavaç))